"İmkansız diye bir şey yoktur, düşük ihtimaller vardır. Ben hep düşük ihtimallere inanırım."
Dr. Ali Vefa / Taner Ölmez, Mucize Doktor 3. Bölüm
Üçüncü bölüm, üçüncü hafta, üçüncü yazı: Galiba her hafta Dr. Ali Vefa’nın maceralarını yazmaya alışmaya başladım.
“Mucize Doktor” 3. bölümün açılış sahnesi, Ali’yi sabahın erken saatlerinde henüz bomboş olan yeni evinde yakalıyor. Ev henüz boş olabilir, ama orası Ali’nin evi ve tabii ki sabah rutini değişmiyor. Saat çalınca tık diye uyanmak, dakika tutarak yüz yıkamak ve diş fırçalamak, benzer kıyafetleri aynı düzende giymek gibi. Ali’nin sabah rutini, bizim evin yıllardır süregelen sabah hallerini düşününce beni gülümsetiyor.
Otizmli bireyler, rutin ve düzenli bir hayat akışı severler, sürprizlerden ve ani değişimlerden o değişim her ne olursa olsun pek hoşlanmazlar ve değişimlere ayak uydurmaları zaman alabilir. Örneğin Nâzım Özgün, her gece yatmadan önce okul olsun veya olmasın fark etmeksizin ertesi sabah kaçta kalması gerektiğini sorup öğrenir, hiç pazarlıksız saat kurar ve yıllardır o alarmdan bir kaç dakika önce uyanıp, alarm çaldığı anda yataktan fırlar. Eşyalarını ve çantasını zaten geceden hazırlamıştır. Bana bebekken saat yuttuğunu düşündürecek kadar aşırı dakik bu hali acaba çalar saatle mi ilgili diye düşündüğüm için, bir kaç sefer saati/telefonu odasından aldım, salona koydum ama sonuç değişmedi: Sanki programlanmış gibi hiç gecikmeden kalkması gereken saatte uyanır ve hiç sabah mahmurluğu yaşamaz. (Aç parantez, aşırı kıskançlık, çünkü benim sabahları afyonum pek kolay patlamaz, kapat parantez.)
Evdeki sahnedeki Dr. Adil ile telefon konuşmasında, boş evin yankısını ona dinleten Ali, otizmlilerin farklı seslere olan ilgisini betimliyor: Heyooo yo yo yo yo!
Ali ile Nazlı yeni ev sahibinden konuşurken Ali’nin “Ev sahibi ben pazarlık yapmayınca ‘gözlerim yaşardı’ dedi, bence göz doktoruna görünmesi lazım!” deyince bizim evdeki kahkahalar arttı.
Otizmli bireyler, mecaz, atasözü, deyim ve benzetmeleri ve genel olarak soyut kavramları zor anlarlar, açıklamak gerekir. Çoğu zaman benzetme ve atasözü kullandığımızda bizi hiç anlamaz, hatta kelimelerin gerçek anlamları üzerinde durarak asıl anlatılmak istenen fikirden uzaklaşabilirler.
Nâzım Özgün ilkokuldayken bir akşam işten yorgun argın eve dönmüştüm, kapı girişi rutinimiz olarak bana “günün nasıl geçti?” deyince bir an boş bulunup, “çok yoruldum, ayaklarıma kara sular indi” deme gafletinde bulundum. “Hiiii” diye çığlık atıp bir koşu banyodan kova ve bez getiren oğlum, şaşkın bakışlarım arasında açıklamaya girişti: “Hani nerede siyah sular var ayaklarında, hemen silelim, ev ıslanmasın!” Aradan yıllar geçse de okul sıralarında atasözleri ve deyimler ile arası pek barışmadı, hâlâ “neden düz halini söylemiyoruz?” diye sorgular. Aklınızda olsun, otizmli bireylere bir şey anlatırken mümkün olduğu kadar benzetme ve deyimlerden, hele de Nuh neb-iden kalma atasözlerinden uzak durmaya çalışın.
Dr. Ali’nin bu bölümdeki özel hastası Rahmi Bey’e olası ihtimallerden bahsederken Dr. Adil’in iletişim becerilerini kuvvetlendirmesi ile ilgili sözleri tabii ki aklında: "Yalan söylemekte becerikli değilim, en iyi ihtimali söyledim. İletişim becerilerimi geliştirmeye çalışıyorum."
Kahkaha atan Nâzım Özgün: "Boşa uğraşıyor, yalan söyleyemez ki!"
İşte ilk bölümden beri sık karşımıza çıkan “yalan” meselesi, sosyal medyada okuduklarıma bakılırsa, bir çok insan için inanılmaz ve abartılı geliyor: Otizmli bireylerin beyinleri nörötipik beyinlere göre farklı çalışıyor. Yalan, uydurma, kinaye vs. gibi kavramlar otizmli bireyler açısından kavranması zor, bir o kadar da beyinleri böyle kavramlar üretebilecek şekilde çalışmıyor. Her şey düz ve net olmalı. Dolayısıyla ne yalan söyleyebilir, ne uydurabilirler. Tabii bu genel bir durum, ilerleme kaydeden bazı otizmli bireyler zaman içinde net yalan söylemeyi değil belki ama beyaz yalanlar veya en azından o an için 'doğruyu saklamayı' öğrenebilirler. Nâzım Özgün böyle bir “yanlış söylemeyi” 12-13 yaş civarında ilk denediğinde bizim evin ahalisinin ve nöroloğunun sevincini anlamakta zorlanacağınızı biliyorum, bu sadece ilerleyişinin bir göstergesiydi. Yoksa tabii kolay kolay yalan söylemeyi beceremeyen bir çocuk dürüstlük açısından şahane!
***
"İmkansız diye bir şey yoktur, düşük ihtimaller vardır. Ben hep düşük ihtimallere inanırım."
Bazen otizmli bireylerde takıntılar ve görev bilinci işe yarar: Mesela korkup kaçan hastayı zamanında bulmak, bulana kadar da vazgeçmemek gibi. Dr. Ali’nin korkan ve aslında yaşamından vazgeçmiş hastası Rahmi Bey’i ikna etme sahnesinde en çok iletişim konusunda bilinçli olarak kendisini zorlamasına bayıldım.
İzleyiciyi de Ali’yi de ilk iki bölümde zorlayan tarzıyla epey yoran Dr. Ferman ve Dr. Ali arasındaki iletişimin nasıl ilerleyeceğine 3. bölümde şahit olmaya başladık. Bebeğini kaybetmemek için kendi hayatını tehlikeye atacak ameliyat konusunda ısrarlı olan anne adayı Burcu’nun babasının "Bu ne biçim doktor, sakat mıdır nedir?" dediği andaki Ali’nin yüz ifadesi toplum içinde benzeri tavır ve sözlere çok sık maruz kalan otizmli bireylerin halini tasvir ederken, "Asistanımla böyle konuşamazsınız!" diyen Dr. Ferman ise otizmli bireylerin etrafında olması gereken doğru insanları betimliyordu. Doğrusu - her ne kadar orijinal senaryoyu bilsem de- Dr. Ferman’daki değişimi keyifle izliyorum.
Başhemşire Selvi’nin Ali’nin özel durumunu içgüdüsel olarak anlayıp, her şeyi ona tane tane anlattığı sahneleri çok seviyorum. Bunu yapabilmek de aslında o kadar da zor değil.
Otizmli-Aspergerli bireyler ile ortak bir yaşam sürdürmek, çoğu zaman hiç.kolay değil. Algıları ve duyuları sizden daha derin çalışan, üstelik de farklı beyin yapısı yüzünden sıradan olaylarla bile yerine göre büyük infialler yaşayarak başa çıkmaya çalışan bir bireyle yaşamak, çoğu zaman karanlık bir labirentte yolunuzu bulmaya benzeyebilir. Otizm bana en çok sabırlı olmayı öğretti diyebilirim. Sabır ve çok sevgi, epeyce de bilgi desteği ile bir otizmlinin hayatının içine dahil olabilir, onunla doğru iletişim kurabilir ve sakin bir hayata yelken açabilirsiniz. Bu bağlamda Selvi’nin davranışları bize toplum içinde otizmli ve/veya farklı gelişimli bireylere göstermemiz gereken özeni de anlattığı için, benim için her sahnesi özel.
Kaçak hastası Rahmi Bey’e en sonunda çatıda ulaşan Ali’nin onun aslında yaşamak istemediğini anladığı sahnede Ali’nin yaşadığı şaşkınlık ve anlamaya çalışma hali çok etkileyiciydi. Abisini nasıl kaybettiğini, onu hiç sevmeyen ve istemeyen babasını anlatması, “Bugün burada benim doktor olmamın ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu anlatmaya çalıştım, oldu mu?" diye sorması, bana kalırsa tüm izleyicilerin kalbine bir çiçek bıraktı. Otizmli bireyler öyle pek kolay kolay kendilerini anlatmazlar, yüreklerini o kadar rahat açmaz, kendi hayatlarında yaşadıkları hisleri ve düşünceleri her zaman paylaşmazlar. Ali’nin hastası ile kendi hikayesini paylaşması, aslında hiç tanımadığı birine yüreğini açması, iletişim becerileri üzerinde bilinçli çalışma hali ile ilerlemeye başladığını gösteriyor. Bölümün en aklımda kalan sahnelerinden biriydi, derin içeriği ile çok güzel olmuş. (Her paragrafın sonuna “Taner Ölmez harika oynuyor!” yazmasam iyi olacak, siz yazmışım gibi okuyun…)
***
“İçim üzülüyor…”
Rahmi Bey’in öldüğü sahnede, doktor olunca herkesin vaktinden önce cennete gitmesini engelleyebileceğini sanan Ali’nin ölmekte olan abisini görmesi ile bütünleşiyor.
Bölümün devamında göreceğimiz “öfke krizi” ve panik halinin başlangıcı, aslında tam da burası.
“Öfke krizi” veya “panik anı” otizmli bireylerde küçük yaşlarda çok daha ağır yaşanıyor. Bir otizmlinin kafasına taktığı herhangi kötü bir olay, onu rahatsız eden bir ses, bir koku veya bir ışık, hatta dışarıdan bakıldığında ne olduğunu asla tahmin edemeyeceğiniz duygusal bir sorun, otizmli bireyin kriz geçirmesine neden olabilir. Bazen krizler öyle ağırlaşır ki, iletişim kuramayan otizmli şiddete başvurur, etrafına veya kendine bile zarar verebilir. Krizi bitirmek için yapılabilecek en iyi şey, krizin nedenini ortadan kaldırmaktır, ancak her zaman o nedeni bilemeyebilirsiniz. Böyle durumlarda en iyisi, otizmli bireyin aklını krizden başka yöne çevirecek, onu hissettiği sıkıntıdan uzaklaştıracak bir akıl çelici yardımıyla bireyi sakinleştirmektir.
Bahsi geçen sahnede Dr. Adil krizin nedenini öğrenmeden önce, tam olarak bu sakinleştirme taktiğini uyguluyor: Damlayan musluk!
Ali: “Musluk damlatıyor, çok damlatıyor, az damlatması lazım.”
Dr. Adil: “Neden?”
Ali: “Yetimhanede öyleydi çünkü!”
Ah bu hafıza, ahh...
Damlayan musluklar hele de kafada başka takıntı varsa, çok sinir bozucu olabilirler. Konu, aranan tornavida da değil tabii. Ali kriz geçirirken onu sakinleştiren Dr. Adil’in yapıcı tavrını ve sabrını, yıllar önce Ali’nin doktor olunca herkesi iyileştirebileceğini sanmasına yol açan kendi yorumu için özür dilemesini ve telafisi yanında, sahnede bağlantılı olarak arada Açelya'nın "seni de keser" ve "sahibi geldi" gibi yanlış yorumlarını da unutmayalım. Bunları böyle tek tek yazmam size sıkıcı gelmesin, böyle sahnelerde neyin yanlış ve neyin doğru olduğunu öğrenerek aklımızda tutarsak, toplum içinde bir otizmli bireyle yaşarken de uygulayabiliriz ümidindeyim. (Çok bir şey istemiyorum, değil mi?)
Kriz sahnesi dizide çok gerçekçiydi, bazen evin altı üstüne gelebilir, çok da üzülebilirsiniz, ama önemli olan o krizden ne öğrendiğimizdir.
***
"Dünyanın en mükemmel iletişimi bile, imkansızı mümkün kılmaz..." Dr. Ferman’ın Dr. Ali ile giderek derinleşen konuşmaları ve birlikte göğüs gerdikleri zorluklar, hem Ferman’ın Ali’yi tanımasına neden oluyor, hem de izleyicinin ön yargılarından kurtulmasını sağlıyor.
***
Geldik bence 3. bölümün en akılda kalması gereken sahnesine: Okul sahnesi. Okulda olay çıkarıp kendini öğretmen odasında dolaba kilitleyen ve öğretmenlerinden değil destek görmek kötü sözler işiten küçük Ali’nin imdadına abisi yetişiyor. İki nokta çok dikkat çekici olmalı: Birincisi, öğretmenlerin Ali için abisine "engelli okuluna gitsin, burada okuyamaz" demeleri ve kendilerinden çok emin olmaları. İkincisi de, ısrarla anne-babanın müdahalesini istemeleri ve abiye küçük muamelesi yapmaları, halledemeyeceğini düşünmeleri.
Her ne kadar Ali’nin "Abim 'Mucizelere inanırsan gerçek olur' demişti. Niye olmuyor?" sorusunda içim ezilse de yine de ne kadar sert olursa olsun, otizmlilerin gerçekleri bizden daha hızlı algıladığını düşünürüm.
Diziyi izlerken bir yandan Twitter’daki izleyici yorumlarını okuyorum. Bu tweeti, Ali’ye okulda reva görülen kötü davranışlara tepki gösteren izleyici yorumları üzerine yazmıştım:
Amerikan Hastalıkları Kontrol Etme ve Önleme Merkezi’nin (Centers for Disease Control Prevention) 2018 verilerine göre dünya genelinde doğan 59 çocuktan 1’i otizm teşhisi alıyor. Otizm erkek çocuklarda kız çocuklara oranla yaklaşık 4 kat daha fazla görülüyor. Dünyada son yıllarda şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm tanısı konuyor.
Türkiye’de ise, 0-19 yaş arası otizmli sayısı tahmini 400 bin iken, maalesef sağlıklı verimiz olmadığı için ülkemizde toplamda yaklaşık 1 milyon 400 bin otizmli birey olduğunu ve otizmle yaşayan 5 milyon 550 bin civarı aile ferdi olduğunu tahmin ediyoruz. Otizmli çocukların sadece 30 bini eğitim sistemi içinde yer alabiliyor ve bu çocukların çok azı “kaynaştırma raporu”na sahip. Diğer doğal gelişimli öğrencilerle birlikte bir otizmli öğrencinin kendi yeterlilik şartları dahilinde okuyabileceğini gösteren “kaynaştırma raporu” her ne kadar 2008’de yayınlanan MEB Kaynaştırma Genelgesi ile yasalaşmış olsa da, halen Türkiye’de fiziki ve eğitimsel şartlar bir yana, okul yönetimleri ve öğretmenlerin kaynaştırma konusunda gerekli eğitimi almamış olmaları ve diğer öğrenci velilerinin konuya son derece olumsuz yaklaşımları ile kendi çocuklarının sınıfında otizmli ve/veya diğer gelişimsel farklılıkları olan kaynaştırma öğrencisi istememeleri ile, otizmli çocukların okullaşma süreci zorlaşıyor. Oysa diğer velilerin Anayasal hak olan eğitim hakkına saygı göstermeleri, kendi çocukları gibi otizmli çocukların da eğitim hakkı olduğunu kati olarak anlamaları, bilmemezlik halinden öğrenme haline geçmeleri ve otizmli anne babaları ezmekten, otizmli çocukları okullardan attırmaktan vazgeçmeleri gerekiyor!
Bu bağlamda, otizmli bireylerin eğitim, sağlık, toplumsal yaşam alanlarında aileleriyle birlikte yaşamak zorunda kaldıkları eksiklikler, aksaklıklar, yokluklar ve ayrımcılığın giderilmesi için toplumsal farkındalıktan öte artık bilinçlendirme, hak savunuculuğu ve gündelik hayatlarımızda değişiklik yaratacak somut adımlara ihtiyacımız var. Özellikle eğitim olanaklarının kısıtlı olduğu ülkemizde gerekli şartlar sağlandığı takdirde yeni tanı alanlar başta olmak üzere otizmli bireyler için gelecek çok daha farklı olabilir.
Otizm dipnotu bölümünü okul sahnesi ile ilgili Nazım Özgün’ün cümleleriyle bitireyim, belki daha çok aklınızda kalır, çocuğunuzun sınıfında bir otizmli öğrenci olursa davranışlarınıza azcık dikkat edersiniz: - dizinin senaristlerine hitaben-
“Acaba 3. bölümdeki okul sahnesi gibi gerçek sahneleri senaryoda arttırabilir misiniz? Böylece insanların toplum içinde yaşadığımız sıkıntıları anlaması belki kolaylaşır.”
***
Biraz da gülelim…
Ali Dr. Nazlı’ya çocukluğunun okul sahnesini anlatırken abisinin nasıl aklını çeldiğini çok naif bir biçimde aktarıyor: "Abim beni çamaşır makinesi izlemeye götürecekti. Dönen şeylere takıntım var da benim."
Bizim evde önce kahkahayı basan Nâzım Özgün, aniden ciddileşerek beni çok şaşırtıyor: "İtiraf edeyim bari, ben bazen hâlâ çamaşır makinesini çalışırken izliyorum."
Ben: "Hadi ya, hiç fark etmedim. Çocukluğunda kaldı sanıyordum..."
Nâzım Özgün: "Sana çaktırmadım ki!"
Ali sayesinde oğlumla ilgili son dönemden bilmediğim bir şey öğrenmiş oldum, teşekkürler Ali’cim! Daha sonraki tweetlerinden birinde bana açık vermesini Taner Ölmez’in “çok otizmli gibi” olmasına bağlarken, “dönen şeyleri izlemek kafamı rahatlatıyor, nedenini bilmiyorum” diye yazmış, ben de bunu kafama yaşı kaç olursa olsun özellikle yoğun uyaran etkisine maruz kaldığında kafasını rahatlatmaya ihtiyacı olabileceği notu olarak yazdım:
Sahnenin sonunda özel bir diyalog var, burada dursun istedim:
Ali: “Sen gerçekten bana yardım etmeden duramıyorsun”
Nazlı: “Yardımcı oluyor mu bari?”
Ali: “Hayır, şimdi biraz daha üzülmeye devam edeceğim.”
Nazlı: “Et, ben de buradayım.”
Yazı devam ediyor..