Ülkenin, “Semra şuradan bir kaset koy da” günleri adımlanırken, özel televizyonlar ve
özellikle diziler pek de cazip değildi, Tiyatro koridorlarında. Hele gece gündüz
bu kadim sanatın büyüsüyle soluk alan o dönemin genç aktörleri neredeyse konusu etmezdi sonraki günlerinin kaç bölüm süreceği... Öyle ki dönemin racon kesen
yapımcılarından Osman Yağmurdereli aynı oyunu birden fazla kere izlemiş ve
ilgilendiği aktöre çeşitli yakın aracılarla haberler göndermiş ve teatral bir
ret cevabı almıştı. Çok mu zengin de dizi yapmak istemiyor diye sormak bile
aklına gelmiş ama sonra fabrika ayarlarına geri dönmüştü. İşte böyle bir
dönemdir
Ruhsar masalının doğum tarihi.
Yine
aynı günlerde efsane televizyon yöneticisi Faruk Bayhan eşine “Semra kalk
tiyatroya gidelim.” deyiverince, Mazhar karakterinin doğumuna sebep olan
parolayı söylemişti. Ruhsar’ın ilk bölümü çekildi, yayın bandı hazırlandı ve
çöpe atıldı çünkü tecrübeli yönetici ağabeyimiz herkesten bir adım öndeydi.
Gerekli tashihler yapıldı, yeni bir ilk bölüm çekildi ve 1997 yılının
sonbaharında yayına girdi. Artık Ruhsar zamanıydı özellikle gençler ve çocuklar
için.
Halk
Ekmek Fabrikası'nda çalışan ilkokul arkadaşım yana yakıla bana ulaştı, davetini
kıramadım ve Edirnekapı’daki ekmek kokulu mekanı ziyaret ettim. Mesai
arkadaşlarından, nur yüzlü, hüzün renginde orta yaşlı adamın cümleleriyle
sarsıldı biriktirdiğim hayat. “Beş altı yaşlarında bir kız çocuğu var, çeşitli
semptomlar sonucu tıbba başvuruluyor ve kesin sonuç; beyine yakın bir yerlerde
kocaman bir ur, urun etrafı ciklete yapışmış saç telleri gibi sinir dolu,
herhangi bir yöntemle dokunabilmek imkansız. Amerika’daki efsane hoca bütün
veriler ve muayenesi sonunda, gelecek günleri tarif ediyor; yavaş yavaş el,
kol, bacak, konuşma, görme gibi sinirler felç olacak ve o güzelim küçük kız
kısa sürede herkesle vedalaşacak... Ne yapmalı peki bu çaresizlik karşısında? "Dua
edin, bir de yanı başından ayrılmadan hayallerini gerçekleştirin."
Anne ve baba, melek yavrularının en kıymetli masum hayali olan "Mazhar’ı görmek, ona
Ruhsar gibi davranmak belki de ufacık bir hareketle tüm dünyayı değiştirmek"
isteği için çabucak karar verirler. Elimde acemice aldığım bir hediye bebekle
Ümraniye civarı bir yerlerde adres sormaktaktayım. Orta
halli ve gönlü geniş bir ev, börekler, çaylar eşliğinde göz pınarı kilitli bir aile.
Karşımda Ruhsar olduğunu söylemeye çalışan ve sinir uçları usulca sihirlerini
göstermeye başlamış pırıl pırıl bir kız çocuğu. O zar zor anlatıyor ama ben
anlıyorum her şeyi, annesiyle göz göze geliyoruz sonra vazgeçip gerçek
Ruhsar’ın hayal dünyasına kaptırıyoruz kendimizi. Saatler, saatler... Veda
zamanı Ruhsar boynuma sarılıyor, babası usulca yaklaşıp "Çok mutlu, çok!" diyor.
Yarısını bile hak etmediğim dualarla uğurlanıyorum akşam karanlığına doğru.
Uzun
yıllar milyonlarca hayata dokunuverdi bu fantastik çabamız. Ruşen Amca'nın oğlu
Sedat, Menkıbe Hanım, Yılan Müfit, Firdevs, deli kız Reyhan, Ernesto Önder,
Generation Reklam Ajansı, Mazhar ve Ruhsar. Neredeyse TDK bile kabul etti
“Ruhospu”nun masum bir seslenme olduğunu, Mazhar’ın evden ayrılırken yaptığı şamanik
ritüelin, aslında bu toprağın dokusu olduğunu herkes itiraf etti ama benim için
Ruhsar hep o elimde oyuncak bebekle ziyaret ettiğim küçük kız çocuğuydu.
Kısa
bir süre sonra haber geldi babasından; Ruhsar ilk bulduğu yağmurla veda etmişti
sahtelikler diyarına. Haklıydı, gerçek Ruhsar o'ydu, melekti ve sonsuza dek bizi
bir yerlerden izleyecekti. İşte bu yüzlerce bölümlük efsane benim için asıl o
an bitti. Üzerinden yıllar geçti, o dönemin Ruhsarları, Mazharları büyüdü, hayata
karıştı. Sıradan bir basketbol maçında bile koca tribün hep bir ağızdan:
“ruhuna
sağlık Ruhsar'cığım ölmemiş,
elalem utansın o beni terk etmemiş,
gel şöyle otur
Ruhsar yanı yanı başıma,
görsün millet hayal gerçek yan yana”
cümleleriyle selamlayınca orta yaşlı
ağabeylerini, anlayıverdim olan biteni. Havaya garip bir grilik çöktü, küçük
bir iki şimşek sesi duyuldu, yavaşça yağmur atıştırmaya başladı. Kimseye
çaktırmadan etrafa bakındım, kesin Ruhsar oralarda bir yerdeydi, elinde oyuncak
bebekle bana el sallıyordu ve belli ki onun masalı hiç bitmeyecekti...
Cem Davran