Deha ilk tanıtımlarında fazlasıyla erkek odaklı olacağının sinyallerini vererek şüpheye düşürse de -ilgilisi vardır illa ki, ben şahsi olarak erkek karakterleri erkeklik üzerinden merkezine alan işleri sevmiyorum- kadroya güvenip hevesle izlemeye başladığım bir diziydi ama hayal kırıklığı oldu maalesef. En başından beri olmayan bir şeyler vardı ve her bölüm bu olmamışlığın üzerine koyarak ilerledi. Kısa video kesitleri dışında izlemeyi bırakalı uzun zaman oldu ama düşüncelerimi yazıp bu diziyle olan hesabımı kapatmak istedim.
Henüz ilk bölümde fark edilen bir gerçek var; dizinin uzatılabilecek, sezonlarca sürecek bir konusu yok. Bir evladın babasından ölen kardeşinin intikamını alması ne kadar sürebilir ki diyeceğim ama hikayenin daha üçüncü bölümde odağından sapması hepimize sürpriz oldu. Biz babasından akıl yoluyla intikam alacak olan Devran’ı izleyeceğimizi sanırken konu babasına benzememe savaşına döndü ki o cephede de bir mücadele göremedik. Devran zaten bayağı gönüllüymüş İskender olmaya. Babası tarafından pavyonlarda, kumarhanelerde büyütülen Devran çocukken ona benzememiş ama ne hikmetse koskoca adam olmuşken babası ile bir araya gelince ona dönüşüyor. Sonrası tutarsızlık, belirsizlik, her bölüm 180 derece dönen karakterler, açılıp devamı gelmeden yarım bırakılan hikayeler…
Dizinin adı Deha. Biri iyilikte biri kötülükte dahi olan baba oğulun savaşını izletmeyi vadediyor ama ne Devran’da ne İskender’de o dehayı gördük. Devran matematik dehasına sahip, çok haneli sayıları kafasından çarpıyor, hiçbir şeyi unutmuyor, gerektiğinde fizik bilgisi kullanıyor vs. ama ötesi yok. Çünkü akıl oyunlarına şahit olamadık. İçine düştüğü rezil dünyada oradaki herkes kadar rezil bir savaş sürdürdü. Güya iyilikte dahi olan Devran kirlenmeden bu savaştan çıkmayı başaramadı. Baba oğul birbirlerine ve mafyaya o dünyanın insanı olan herkesin yapabileceği şekilde çalım atıp durdular. Devran’ın dahi olması herhangi bir mafya dizisinden farklı olarak ne kattı mesela bu diziye? Dolandırıcılık aleminde herkes kendi çapında dahi zaten. İskender’in de herhangi bir dolandırıcı ya da kumarbazdan farkı yok.
Baba oğul savaşı ilk bölümden sonra beklentiyi karşılayamadı, ortada kardeş kaybı gibi ciddi bir intikam sebebi varken bu konu sulandırıldı. İki ailenin dip dibe yaşaması, Cennet Mahallesi tarzında bir temas kurması gereksizdi. Madem Devran ve İskender arasında ikisinin de zevk aldığı bir kedi fare oyunu izleyecektik Boran ölmeseydi, Devran sadece terk edilmişliğinin intikamının peşine düşseydi, biz de hafif komedi tarafı olan bir iş izleseydik. Hikayenin temelinde ölü bir çocuk varken hem baba oğulun hem iki ailenin eğlenceli didişmeleri rahatsız ediciydi. Dizinin gülümseten ve nefes aldıran bir tarafı illa ki olmalıydı ama onun besleneceği yer burası değildi.
Öte yandan diğer kardeşlerin babayla en ufak bir duygusal temas kurmaması, ilişkilerinin baba tarafından dünyevi kayıplara uğratılmaktan öteye gidememesi aileyi dizide görünmez kıldı. Erkek kardeşler babaları gittiğinde yaşça büyükmüş yani onunla uzun süreli ilişkileri olmuş. İskender döndüğünde yaşanan dayak sahnesi dışında doğru düzgün bir yüzleşme ya da hesaplaşma görmedik. Bunlar zamanında bir aileymiş hissini hiç alamadık. Ailesine zarar vermesin diye babasını vuran Ceylan üç gün sonra bir tablete, bir yurtdışına gitme ihtimaline tav oldu. Aklı havada ergen Ceylan’ı kandırıp ailesinden koparmanın kötülüğünü pekiştirmek dışında İskender’e ne faydası var? İskender ne kadar kötü olursa olsun çocuklarına düşman olmasının mantıklı bir gerekçesi yok. Aynı şekilde Aysel’in Gülce’ye olan düşmanlığının da bir temeli yok. Güya çok büyük aşklarının meyvesi Cesur’u hiç sevmemeleri de tuhaf. Bu ailenin saf kötülüğü gerçek dışı. Cesur’un hem Sofi hem Esme ile olan diyaloglarından sonra bu karakter dönüşüm yaşayacak sandık, o da olmadı. O zaman neden izledik o sahneleri? İmre de karakter gelişimi gösteremedi çünkü sadece aşık olduğu kişiye karşı iyi olan birisi iyi bir insan olmuş değildir. İyi insanlara dönüşmelerini istediğimden ya da merak ettiğimden değil bir şeyler olacakmış gibi olup sonra hiçbir şey olmadığından söylüyorum bunları.
Dizide yeterince kötü yokmuş gibi bir noktadan sonra Devran’a inanılmaz kötü bir karakter yazıldı. Devran zaten hafif egolu ve manipülatif bir kişiliğe sahipti ama kendisini sevdiren bir tarafı vardı. Karanlık tarafa geçtikten sonra sevilecek, empati yapılabilecek hiç bir yanı kalmadı. Ölmek üzereyken ailesi için çabalaması bile onu seyircinin gözünde aklayamadı. Babası dahil piyasadaki tüm kötülerle bir dost bir düşman halleri ile duruşu olmayan, karaktersiz ve çıkarcı bir adama evrildi. Sürekli ortalıkta ben akıllıyım, benim kaybedeceğim savaş yok diye gezinen adamın Hakim’in ölümü dışında kazandığı tek savaş yok. Babasını yense bile bu değişmeyecek çünkü onun bir kopyası olarak bu savaşı zaten kaybetti. İskender nasıl Boran’ı ölüme gönderdiyse Devran da Hüseyin’e aynısını yaptı ve ona sanki kutsal bir savaşta ölmüş gibi kahramanlık payesi vererek kendi suçluluk duygusunu bastırdı. On beş yıllık çocukluk aşkını ağlaya zırlaya yurtdışına gönderip iki günde unuttu. Bizi "Devran bir köşede sessizce ölsün lütfen" noktasına getirdi. Seyirci bağ kuramadığı bir karakteri başrol olarak neden izlesin? Bu arada hikayemiz değişti alın bunu izleyin demek izleyicinin aklını küçümsemekti ve seyirci bunu yemedi. Çukur kitlesine göz dikildi ama o seyirci gelmedi, mevcut seyirci de kaçtı. Belki de Çukur seyircisi artık Çukur izlemek ya da aynı adamı her seferinde aynı karakterde görmek istemiyordur.
Köpürdükçe köpürtülen içinden çıkamayınca da kestirilip atılan aşk üçgeni meselesine geliyorum. Konuyu seyirci ezberleri, kadın meselesi ve hikaye bütünlüğü üzerinden değerlendiriyorum. Ben yaş itibariyle televizyonun henüz çocuklara yasaklanmadığı, evde tüm gün açık olduğu devirden beri tv izliyorum. Türk dizi tarihine ve genel izleyici kavramına fazlasıyla aşinayım, en genel izleyici benim o yüzden beni dinleyeceksiniz. Türk izleyicisi, özellikle kadın izleyici İmre gibi bir kadını Esme’ye yaptıklarından sonra asla başrolün sevgilisi olarak izlemez, bu karaktere mutlu son falan da istemez. Sabah programlarında her gün histerik bir şekilde ikinci kadınlara beddua edilirken akşamında sevgilisi olduğunu bildiği adama her fırsatta sokulan ve o sevgiliyi aşağılayan İmre ile istemem yan cebime koy erkeği Devran aşkının memnuniyetle izleneceğine nasıl ikna olundu acaba? Reyting kaygısı varsa konvansiyonel medyada hitap edilen kitle belliyken kalıpların dışına çıkmaya gerek yoktu sanki.
İmre’yi ötekileştirdiğimin farkındayım ama hem Esme hem de İmre’ye erkek gözüyle toplumsal roller biçerek seyirciye sunan bizzat senaryonun kendisi. İmre hafifmeşrep, gurursuz, problemleri kadınlığını kullanarak çözen, her erkeğin istek duyacağı bir kadın, Esme ise ahlaki değerleri olan, bir tık muhafazakar ve bu yüzden geleneksel, sıkıcı ama güvenli ilişki yaşanacak ve tabii ki tutkulu olmadığı için aldatılabilecek ya da terk edilebilecek mahalle kızı olarak kodlandı ve feminist damarımıza basıldı. Bu ikili zıt kutuplardaki Aysel ile Gülce’nin paraleli tabii ki. Açıkçası bu dizinin kadına ve kadınlığa yaklaşımı en başından beri biraz can sıkıcı. Esme’nin zincirlerinden kurtulma mücadelesi, okula dönüp hayatının iplerini eline alması gibi güzel şeyler de yazıldı tamam ama kıymetli esas erkeğimiz acaba hangi kadını seçecek gerilimine cidden gerek var mıydı? Biz zaten Devran babasına benzeyecek mi hikayesini merak etmedik ki onun aşk hayatının paraleli yaşanacak mı diye merak edelim. Ben Esme ile Devran ilişkisini izlemeyi seviyordum ama her iki kadının da Devran’dan bağımsız kendi yolunu bulmasını isterdim. Kendisini daha uzun süre izlemeyi istesem de Esme’nin bunu başarmasına ve onu bambaşka bir adama dönüşen Devran’ın yanında görmek zorunda kalmadığıma sevindim. Tanıtımlarda çok güçlü bir karakter olarak sunulan İmre ise kendisini itip kakan bir adamın elinde oyuncak oldu ve sanki biraz da seyirci hırsını alsın diye günahlarının kefareti ödetildi.
Aysel ve İmre yılan metaforu kullanılarak kritik anlarda erkeğin boynuna yapışıp zehrini akıtan kötücül karakterler olarak tasvir edilirken Gülce ile Esme koruyucu ve iyileştirici Umay ile özdeşleştirildi. İmre’nin zehrinin bir noktada Devran’ın kanına karışacağı belliydi, biz babasına benzemek istemeyen Devran’ın bu zehirle savaşacağını sandık ama gördük ki kan yine aynı kanmış. Bu hikayenin esas kadını İmre olacaksa ya Esme hiç olmamalıydı ya da bu kadar kusursuz bir aşk görmemeliydik. Esme ve Devran’ın bu kadar uyumlu olacağı ve seyircinin bu çifti sahipleneceği tahmin edilemedi sanırım ama hikayeleri neden bu kadar derin yazıldı öyleyse? Sorunlu ve pamuk ipliğine bağlı bir ilişki görseydik tamam bu aşk bitecek yeni bir aşka yelken açılacak derdik ama güvenli ilişki-tutkulu ilişki ikilemi arasında kalan esas erkeğimizin uğruna dünyaları yakacağını söylediği sevgilisinden pat diye vazgeçip arzularına yenilmesini izledik. Ortada ölüm ya da kötü bir ayrılık yokken güya korumak için gönderilen ilk aşkın iki günde unutulup, karakter sanki hiç var olmamış gibi davranılması da bambaşka bir gariplik. Esme’yi "İçime sorsan bundan sonraki her anımı her dakikamı seninle geçirmek isterim, çünkü ben seni kendimden bile esirgeyecek kadar çok seviyorum, bunu yakında anlayacaksın." diyerek gönderen Devran’a güncelleme gelip İmre ile öpüşmesi gereken konular olunca Esme’nin varlığı gibi hatırası da bir anda yok oldu. Neyse ki seyircinin hikayenin kendisine sunduğundan bağımsız bir hafızası var. Hadi bir şekilde umursamadı, yan hikaye olarak kabullendi ya da zaten İmre Devran aşkını izlemek istiyordu diyelim, sonrasında yazılan şey ne istediğini bilmeyen bir adamla takıntılı aşık bir kadının tensel arzular odaklı toksik ilişkisi olmaktan öteye geçemedi. Oyuncuların kemik hayran kitlesi dışındaki seyircinin tutunabileceği bir aşk hikayesi değil bu.
Sanıyorum biz Devran’ın her şey bittikten sonra özüne döndüğü bir dönüşüm hikayesi izleyecektik. Aksi takdirde başrolü olabilecek en kötü haline getirip orada bırakan bir dizinin ne gibi bir önermesi olabilir? Devran kendi steril, korunaklı dünyasından babasının karanlık dünyasına mecburi olarak adım adım girecek, biraz kirlenecek ama sonunda başladığı noktaya dönecekti. Aşk hayatı da Esme ile İmre arasında buna paralel bir seyir izleyecekti. Ama bir gerçek var ki kağıt üstünde olur görünen şeyler kanlı canlı ekrana yansıyınca aynı etkiyi yaratmıyor. Çünkü orada gerçek bir dünya var ve seyircinin duyguları işin içine giriyor. Devran’ın kirlendiği o evreyi ondan nefret ettirmeden seyirciye geçirebilmek kolay değildi ve başarılamadı çünkü reyting kaygısının getirdiği acele ile çok keskin bir geçiş yapıldı. Artık başladığı noktaya dönse bile tüm büyü bozuldu. Sonuç ne olursa olsun Devran bu hikayenin kaybedeni oldu.
Sona doğru gelirken bu yazının dili çok mu sert oldu endişesine kapıldım ama izleyici olarak ben bu işin tüketicisiyim ve bana vadedilenden çok uzak bir ürün sunuldu, bu durumda eleştiri hakkım var sanıyorum. Deha maalesef başladığı noktadan çok uzakta, vadettiği hikayeyi verememiş, çok yazık olmuş bir iş. Geçmiş olsun.