Hayat; “sınırsız olasılıkların ve karşı koyamadığımız akışların” toplamından ya da kalanından oluşan bin bir renkli bir gökkuşağıdır. Bu olasılıkların ve akışların içerisinde kendimize ve varoluşumuza bir anlam ararız. Yeri gelir anlamsızlığa sürükleniriz, aradığımız umduğumuz olmaz ama en azından denedim deriz.
Pera Palas’ta Gece Yarısı’nı izlerken kendi içimde birçok farklı dejavu yaşadım ve varoluş amacını insanın kendi çabasıyla bir şekilde elde edebileceğinin farkına vardım yeter ki insan, yüreğini hiçbir korkuya hiçbir varoluşsal sancıya esir etmesin...
Diziyle ilgili anlatacak çok şey yazacak çok detay var ama ben dizinin yüreğime değip dokunan, belleğimde silinmez izler bırakan taraflarını sizlerle paylaşacağım. Dizide bizi; tüm sıcaklığıyla, başına buyruk yanlarıyla, kuralsızlıklarıyla karşılayan Esra karakteri mesleğinde asla sınırlar ve engeller tanımayan, gözü kara bir gazetecidir. Ayrıca İngiltere’nin gerilim ve polisiye tarzda yazdığı romanlarıyla tanınan kadın yazarlarından biri olan Agatha Christie’nin de büyük hayranıdır. Dizinin ilk bölümünde Agatha Christie’nin romanları, izleyiciye Esra’nın evinden küçük bir detay olarak gösterilmişti. Meğer Agatha Christie, birbirine bağlı birçok halkadan oluşan zincirin düğüm noktalarından biriymiş, bölümler ilerledikçe anlamış olduk.
Pera Palas üzerine bir yazı hazırlaması gereken Esra’nın kendisini bir anda bu büyülü yerin gizemlerinde bulması hem onun için hem de biz izleyiciler için yepyeni bir yolculuk başlatıyor. Kendimizi bir anda 1919’lu yılların İstanbul’un da buluyoruz. Bizleri; bir anka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir şehir bir halk ve sosyolojik açıdan oldukça farklı insan manzaraları karşılıyor...
Gerçek hayatında yani gelecekte; başını en kirli sulara bile sokmaktan çekinmeyen, her gizemin peşinden giden, görünenin ardındaki sisli gerçekliğe ulaşmayı amaçlayan Esra; geçmişte de bu yoldan yürüyor ve bir milletin kaderini değiştirecek olaylara hiç çekinmeden büyük bir çabayla imzasını atıyor. İşte dizideki bilmeceler silsilesi, Esra’nın hamleleriyle birer birer çözülmeye başlıyor!
Bir yapımda beni en çok etkileyen taraflardan biri; bir karakter ya da hikâye üzerinden dönemin toplumda egemen olan fikirlerine ve zihniyetlerine vurgu yapılmasıdır. Kadınların sesinin, sözünün, varlığının hiçe sayıldığı bir çağda; kadının varlığının ancak kocasının ve en ilkel tabirle” erkeği”nin varlığıyla mümkün kılınabildiği bir dönemde tüm bağnaz zihniyetlere karşı “ben de varım!” Diyen bir kadın karakter kurgulamak ve bu karakterin başkalarının ona çizdiği yoldan değil kendi aklının ve ruhunun yolundan gitmesi, asla pes etmemesi oldukça özel ve önemli bir detaydı. Çünkü tarihler değişse de direnişimiz hala aynı direniş.
Seyircinin izlediği dizinin ilerleyen her bölümünde izlediği karakterlerin bambaşka yönleriyle karşılaşması, karakterleri kendi zihninde yoğurması, şekillendirebilmesi oldukça önemlidir. Pera Palas’ta Gece Yarısı’nda hemen hemen her karakterde bu durum vardı. Karakterler; tekdüzelik ve apaçıklık değil, maskeler, sırlar ve gizemler taşıyordu.
Dizinin ana karakterlerinden biri olan Halit; bence bu tanımladığım karakter tasvirinin en güzel örneğiydi. Halit, bize her bölümde karakterinden ve varoluş amacından parçalar sundu. Biz de o parçaları yerlerine oturtmaya çalıştık. Halit sustu, biz sessizliğini anlamaya çalıştık. Halit konuştu, biz onun sözlerinde yeni bir dil aradık. Halit baktı, biz bakışlarının ardındaki anlamları anlamlandırdık. Halit cesaret etti, biz de cesaret ettik ve Halit sevdi, biz de sevdik...
Gelelim dönem yapımlarının olmazsa olmazı olan mekanlara ve kostümlere. Kostümler dönemin tüm özelliklerini birebir yansıtıyordu ve bence dizideki mekanların da kesinlikle bir dili vardı. Yıllarca akıllara durgunluk veren bir asaletle ayakta durmayı başaran Pera Palas, dizinin ana hikâyesini yansıtırken hatta ana hikâyenin kendisi oluverirken, Halit’in mekânı olan Garden Bar da bizlere Halit’ten yansımalar sunuyordu. Halit, köklerini asla inkâr etmiyordu ama o köklere sarılıp sarmalanmayı da asla kabul etmiyordu. Değişerek, aynı kalmak istiyordu Halit. Garden Bar da tam olarak böyleydi. Müziğin dili, ritmi değişiyordu, içerisindeki insanlar değişiyordu ama o hep aynı kalıyordu.
Müziğin hiç susmadığı, heyecanın asla bitmediği Pera Palas’ta insanın taa içine işleyen duygulardan biri de aşkın gücü ve büyüklüğüydü. Suikastların, ölümlerin, gün yüzüne çıkmaya yüz tutmuş sırların arasında gerçek bir aşk filiz vermeye başladıysa, bu aşk tüm imkansızları mümkün kılabilir yeter ki yeşerip büyüyeceğimiz bahçeyi gerçekten bulabilelim.
Oynadıkları karakterleri bizlere bir görevmiş gibi yansıtmayan onlara ruh veren, anlamlar katan Canım Hazal Kaya ve Selahattin Paşalı ikinize de çok teşekkür ederim! Bana o sekiz bölüm boyunca birbirinden kutsal ve güzel birçok duyguyu yaşattınız. Sizlerle tarihin tozlu bazen de bir o kadar net sayfalarında gezmek çok keyifliydi.
Bir direnişin bir umudun ufacık bile olsa bir mucizenin peşinden gitmeye her daim cesareti olan birbirinden farklı yüreklerin hikâyesini anlatan Pera Palas’ta Gece Yarısı’nı asla tereddüt etmeden izleyin, izlettirin!
En çok kendime sonra da herkese Halit ve Esra’nın ki gibi tüm imkansızları mümkün kılan bir aşk dilerim...