Tiyatro her daim beni tazeleyen bir şey oldu. Yönümü
şaşırdığımda bana yol gösteren bir kutup yıldızı, korktuğum ve yorulduğum
ânlarda kaçıp yamacına saklandığım vefalı bir dost, ben daha hiçbir şey
anlatmadan beni anlayan ve beni evime aklımdaki soruların cevaplarıyla
uğurlayan alternatif bir terapi odası... Bana nasıl iyi geldiyse onlara da öyle
iyi gelen bir oyun ekibinin oyunuyla geldim bu kez: "Nöbetçi Baba".
Fazla Mesai Tiyatro Grubu'nun Üsküdar Sahne Hane'de sahnelediği pek çok şahane
komediden benim ilk izleyebildiğim.
"Fazla mesai" bünyesinde barındırdığı sinir harbi
ve yoğun dram nedeniyle bize pek olumlu çağrışımlar yapmayan bir kavram. Ve pek
tabii de genellikle istenmeyen bir durum, yanlış mıyım? Peki bunun iş yeri
dışında ve gönüllü olarak yapıldığını söylesem?.. Kimi doktor, kimi avukat,
kimi mühendis, kimi sigortacı pek çok meslekten insanlar iş çıkışlarında bir
araya gelerek birbirinden keyifli oyunlar çıkartıyorlar. Benim de bundan bir
tren yolculuğunda yan yana denk düştüğümüz sevgili arabulucu avukat Zeynep Palamut
vesilesiyle haberim oldu. İkimiz de başlangıçta tek ortak konumuzun hukuk
olduğunu zannederken, benim tiyatroya ilgimden bahsettiğim bir ara Zeynep Hanım
çat diye demez mi "Ben de tiyatrocuyum." diye. Dedim
"Nasıl?" "Az önce duruşmaya gidiyorum, dediniz. Şimdi tiyatro ne
alaka?" Böyle böyle sohbet derinleşirken ortak sevdaları olan tiyatronun
şemsiyesi altında bir araya gelen bu şahane insanların oluşturduğu bu grubun
hikâyesini öğrendim.

Sevgili hocalarımız Ümmühan Kıldiş ve aynı zamanda bu oyunun
da yönetmenliğini yapan İsmail Can Törtop, mevcut iş hayatlarının yanı sıra bir
de tiyatro kariyeri oluşturmak isteyenlerin başvurularını kabul ediyor. Bu
tiyatro sevdalılarımızı üç aylık bir eğitime tâbi tutuyorlar. Sonrasında da hem
yetenekli hem de istekli olanlarından ekipler kurarak birlikte çalışıyorlar ve
bizleri ağırlıklı türü komedi olan bu güzel oyunlarla buluşturuyorlar. Gerçek
hayatta yeterince melodram var, bari kaçıp geldiğimiz bu yerde gülelim
güldürelim diye düşünmüş olmalılar ki bence çok da mantıklı düşünmüşler. Zeynep
Hanım bana bunları anlatırken o esnada ben de trende masanın üzerine yaydığım
senaryo notlarıma gizliden bir göz kırptım, hani "duy duy bak biz de
seninle o kadar uzak değiliz" gibisine. ;)
Aksi yönde birtakım inançlar olsa da çoğunluğun inanışına
göre her birimizin payına birer hayat düşüyorken tutup da bunu tek bir öyküyle
harcamamız bana oldum olası büyük bir ayıpmış gibi geliyor. Yaşayabileceğimiz
milyonlarca hayata karşı işlenen büyük bir ayıp!.. Bize ayrılan sürenin içinde
üstlenebileceğimiz ve hatta arttırarak "üstlenmemiz gereken" bir sürü
rol olduğuna inanıyorum. Olabileceğimiz çok fazla kişi, yapabileceğimiz çok
fazla şey var. Öyleyse neden bunların hepsini birlikte gerçekleştirmeyelim ki?
Modernize tabiriyle "multidisipliner" olmak değil kastım. Öyle
"ne iş verseniz yapar" gibisinden değil, "yer yer köşe kapmaca
oynayarak da olsa aynı ânda sürdürebildiği ne çok hayatı var!" gibisinden.
Anlatabiliyor muyum? "Anlattın anlattın" deyip beni pışpışlayarak
artık susturun çünkü ziyadesiyle yareme denk düşmüş bu mevzu benimle böyle uzar
gider. ˆˆ Yüksele yüksele arşa çıkışımdan anlamış olacağınız üzere, ben taze bir
İstanbullu olarak ben bunu yeni öğrendim ama internet sitelerinden de incelediğime
göre kendileri bunu on yılı aşkın süredir sürdürüyorlarmış.

Oyun hakkında spoiler vermek istemiyorum. Ama hikâyeyi
kısaca özetlemem gerekirse, olaylar bir hastanede önemli bir sempozyum gününde
geçiyor. Bu sempozyumda konuşma yapacak başarılı bir doktor, konuşmasına kısa bir
süre kala yıllar önceki kaçamak ilişkisinden bir kızı olduğunu öğreniyor. Oyun
boyunca onun hem bu durumu eşinin öğrenmesini engelleme hem de çok önem verdiği
konuşmasını yapabilme çabasını takip ediyoruz. Bu çabasında ona hastanedeki
bazı dostları da yardımcı oluyor. Ardı ardına söylenen kuyruklu yalanlar
birbirine dolanıyor ve biz şahane bir komedi izliyoruz.
Başkahramanımızı gerçek hayatta bir sigortacı olan Yavuz
Gümüşoğlu canlandırıyor. Oyuna onunla giriyoruz ve yabancı isim, yabancı mekânlar
ve var ise eğer amatör bir kadroya dair tüm ön yargılarımızı alıp götürüyor. Tüm
ekibe bayıldım ama özellikle Yavuz Bey ve Komiser rolünü canlandıran Özdeş
Şehirlioğlu’nun ezber yeteneğine hayran kaldım. O kadar uzun, zorlu replikleri var
ve ikisi de bunun altından o kadar güzel kalkmış ki şaşırıp kaldım. Oyunculuk,
özellikle de hata yapma lüksünüzün olmadığı tiyatroculuk gerçekten çok zor bir
şey. Bir de bunu hobi olarak sürdürdükleri hâlde kısıtlı zamanlarında bu kadar
şahane performanslar ortaya çıkarabilmek dev bir iş! Gönülden tebrik ederim. Başkahramanımızın
eşini İrem Odunkesen, bu zor zamanında ona destek olan arkadaşını da yine
gerçek hayatta İrem Hanım’la karı koca olan Kadir Odunkesen canlandırıyor.
İkisinin de komedi gücü çok yüksek. Sahnede acayip bir enerji dönüyor.

Varlığından sonradan haberdar olunan kızımızı Maria Cara,
onun güzeller güzeli annesini ise Nida Uluhan Keçecioğlu canlandırıyor. Bu
ikilinin girdiği yerlerde komedinin arasında gözlerimizi dolduran ânlar da
yaşanıyor. Çünkü esasında bu komediyle paketlenmiş acı bir hikâye. Genç kızın
görünüşteki arzusu onları terk eden babasından hesap sormak. Ama içten bir yerden
de biliyoruz ki her kız çocuğu gibi o da kendine kahraman bir baba görmek, onu
tanımak istiyor. İzleyince siz ne düşünürsünüz bilmiyorum ama ben hikâyenin bu
konuya yaklaşmayı seçtiği yerden tatmin oldum. Böyle içim sıcacık, “İyi ki de
böyle oldu.” diyen bir şekilde çıktım oyundan.
Uzun zamandan sonra böylesine gülmek bana çok iyi geldi.
Üsküdar Sahne Hane’nin sıcak atmosferini de çok sevdim. İzleyicisi de çok samimi
ortamı da. Bana daha yakın bir yerde olsa muhtemelen her hafta oradan
çıkmazdım.^^ Sizlere de gösterimler devam ediyorken bir şans vermenizi tavsiye ediyorum.
Laf-ı güzaf ettiysem affola efendim. Tüm ekibin emeğine
sağlık.
Sevgiyle kalın.
Elif.