Beynim aktı, tas getirenim yok
Çabuk, baban gelmeden...
Şeref Meselesi o kadar değerli ve eşsiz bir yapım ki ekip her hafta öğretici nitelikteki birçok hata ile karşımıza çıkıyor ve bu hatalar bilimsel olarak kanıtlanıp, okullarda ders olarak verilmeli. Acaba bu D Yapım'ın yeni bir politikası mı? Korkuyorum sevgili okurlar; beynim aktı, tas getirenim yok..

Şeref Meselesi'ne Giriş 101 dersimizin bu haftaki ilk konusu görsel anlatım ile sözlü anlatımın televizyon sektöründe kullanımı. (şşşt! Ciddiyiz) Taktir edersiniz ki bir dizinin, sinemanın önceliği; işlediği olayları görsel olarak sunabilmektir izleyiciye. Eğer aksini istiyor olsak açıp bir roman okurduk zaten. Diyaloglar hiçbir zaman ekrandaki görüntünün önüne geçmemelidir, olayları diyaloglardan anlamamalıyız. Söz ile anlatılan birçok şey aslında görsel olarak gösterilebilir Şeref Meselesi'nde, olması gereken de budur. Adeta öykü okuyan bir çocuğun dış sesini diziye koymak son derece gereksiz ve akıcı olmayan bir tekniktir. Son iki bölümdür bu anlamda göze çarpan ayrıntı, Kübra'nın dış sesi. Dış ses kullanılmasın demiyorum, ama 'biz yeni bir teknik keşfettik ya çogzel' nidalarını atmalarına gerek yok. Hadi dış ses kullanacaksınız, böyle bir yola çıktınız, başından beri hikayeleri yönlendiren bir şekilde yapsaydınız bu işi. Kaldı ki içimize işleyen duygusuyla olsun, destekleyici niteliğiyle olsun dış sesin başarıyla kullanılmış örnekleri mevcut: Yaprak Dökümü-Fikret & Öyle Bir Geçer Zaman Ki - Osman gibi.. Hatta bu iki dizinin de sırf dış ses ile ağlattığını bilirim ben..

Böyle harbi, böyle adam gibi, böyle delikanlı bir karakter gelmez artık.. (Sağdaki)

Şeref Meselesi'nin flashback sahneleri üzerine her hafta gözyaşı döküyorum burada ama hala değişen bir şey yok. Hani sosyal medyadaki feedbackler önemliydi, kimse benim yazılarımı okumuyor mu?! Eski ve Yeni Tanrılar adına ne olur biri dur desin artık.. Yukarıda bahsettiğim sözlü-görsel anlatım ikilemi bu hafta Gül ile Sadullah'ın flashback sahnesinde zirve noktasına ulaştı. Sahneyi hatırlatacak olursam; Gül (bu arada kızın adı Gül'müş, sonlara doğru başkasının ağzından duyunca anladım. Sağ olsun Kerem, Gülüm dediği için) ''Sadullah'ı içirdim, öttü'' gibi cümlelerle anlattı olayı ve biz de gayet aklı başında insanlar olarak durumu kavramıştık. Çat diye arkasından flashback soktular sonra. Çok mu lazımdı? (2x) Çok mu lazım? Kübra hamile olduğunu öğrendi, ''Ben şimdi Yiğit'e güvenebilir miyim?'' dedi ve ardından bir flashback soktular ki sahnenin orijinal halinden tek farkı, Instagram'da Brannan filtresi eklenmiş gibi olmasıydı. Minimum üç dakikalık flashback'i ikram ettiler bize. Yahu arkaya bir müzik koy, bir kurgu numarası çek, bir şey yap Hocam! Kuru kuruya boğazımıza dizildi.

Hadi tatlım, beni yorma

Ayrıca Altan Dönmez bunları yapan bir yönetmen, sever bu tarz şeyleri. Güneşi Beklerken'de gördük fazlasıyla; senaryonun yetmediği bölümlerde diziyi izleten tek sebepti, yoktan var edendi. Ee, fazla uzakta aramaya gerek yok; aynı adam bu bölümdeki Namık'ın ölümünü çekti. Ne kadar güzeldi o sahne, dizi bittikten sonra loop'a alıp defalarca izledim diyebilirim. Altan Dönmez'in neler yapabildiğini gördüğümüz için de bekliyor insan, Şeref Meselesi'nin çok net bir şekilde onun hareketli dokunuşuna ihtiyacı var.

Espriler, şakalar, komiklikler tam gaz devam ama.. Yiğit hayatının arka yüzüyle uğraşsın, Emir ortam peşinde; olacak iş değil! Emir, Derya, Mete üçlüsü nasıl bir yere gidecek gerçekten merak ediyorum. ''Bakın biz üç arkadaş, küçük şeylerden mutlu oluyoruz hihihi'' gibi bir hayat aşılamaya çalışıyorlar bize sanırım. Ama ben küçük şeylerden mutlu olmam, benim gözüm yükseklerde tıpkı zengin kocaya kapağı atmaya çalışırken neredeyse kapatma olacak Sibel gibi.. Emir'e ''arkadaş olalım'' deyip Bora'nın ayrı eve çıkma fikrine olağanüstü tepkiler verdi Sibel. Sonra gidip Yiğit ile sarılmalar, laf atışmaları.. Üç erkek de manken gibi maşallah, Sibel şansını zorlamasın artık.

Yatak odasına girdiğimde ilk işim James Dean pozu vermek olmalı

Bu alanda en başarılı Kübra vallahi; ne istediğini bilen, gözü Yiğit'ten başka bir şey görmeyen, cesur bir kadın oluverip çıktı. ''Bu ne hız?'' dememizin sebebi, zaman atlamalarını kavrayamamamızdan kaynaklı. Aradan rakamla bir hafta, yazıyla bir ay geçiyor; değişmeyen takım elbiseler, uzamayan saç, sakalların olması dizinin zaman atlaması yaşadığına inandıramıyor bizi. Kübra beni şaşırtsa da çok hızlı gittiklerini düşünmüyorum o yüzden. Zaten geçen bu süre zarfında değişim ve gelişim gösteren tek karakter Kübra. Muhtemelen Yiğit de ''Her kötü karakter elbet melek olur.'' mottomuza dayanarak bir yerde kırılma yaşayıp vicdanlı, yaptıklarından dolayı pişmanlık duyan bir karakter olacak. Net bir şekilde tek boyutlu, stereotip çünkü diğer karakterler. Dizi de gittikçe Kuzey Güney'e benziyor ama sürekli 'eeeehh meeeh' diye etrafa poz atan Yiğit, Kuzey'in kenarından köşesinden geçemez o ayrı..

Garson hesap uzatırken arkadaşımla ben (Temsili)

Olay örgüsüne gelirsek yine heyecan unsuruna son derece yabancıyız. Hatırlayacaksınız, Hakkı Bey'i teee ilk sahnede göstermişlerdi, küçük çocuk da arabadaydı. Yiğit, Don Corleone olmuş; Emir çok iyi bir savcı. Belli ki kardeş katli tekrar vacip olma yolunda ilerleyecek. Ama kaçırılan çocuk Emir'in.. Aaa Kübra, Yiğit'ten hamile kaldı ama? Hepimizin dilinin ucunda olan ama dillendiremediğimiz ilk bölüm, ilk sahnenin alt metni de artık official olarak ortaya çıktı; hatta bence dizi bitti, dağılabiliriz..


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER