Bilmek, düşünmek, anlamak
zor eylemlerdir. Çabalamak gerekir. Sadece çabalamak yetmez, çoğu zaman
konforundan da vazgeçmesi gerekir insanın. Bir düşünme süreci ne kadar rahatsız
ediciyse hakikate o kadar çok yaklaşmışız demektir. Bu sebeple, çoğu zaman
kaçarız düşünmekten, olan biteni anlamaya çalışmaktan. Bu yüzden dünya tarihi
hep benzer hadiselerle doludur. Kitleler büyük yanılgılara düşerler, üstelik
farkına bile varmazlar. Tıpkı bir kazanın içinde, yavaş yavaş ısınırken,
haşlanıp ölmek gibi. Çünkü hiçbir şey aniden değişmez.
June da yeni uyanmış,
şimdi şimdi anlıyor olan biteni. Artık anlamanın pek de bir faydası yok gerçi. Önce
mecliste katliam yapılıyor, bu sebeple suçlanan terörist bir grup var ve
onlarla mücadele etmek şart. Bu mücadeleyi sürdürebilmek için anayasa askıya
alınıyor, geçici bir süreyle. Belki de, asla geçmeyecek geçici bir dönem
başlıyor. June ise ilk şokunu, bir yasayla tüm kadınların evlerine
gönderilmesiyle yaşıyor.
Kadınların hak
mücadeleleri hala sürerken, yine elden ilk alınan kadınların hakları oluyor.
Kadınlar mülk sahibi olamazlar, ‘başlarında’ bir erkek olmadan yaşamlarını
devam ettiremezler. Kadın yalnızca annelik yapabildiği sürece kıymetlidir. Hele
de kadınlık çerçevesinin dışına çıktıysanız artık her şey müstahak. Yargı
kurumu var ama savunma makamı yok bu düzende. Suçlanıyorsunuz, ve
cezalandırılıyorsunuz. Cezada ıslah esas olsa da, burada sapkınları yok etmeyi
seçiyor sistem. Kanun koyucu ister kutsal kitaba dayandırsın hükümleri ister
ulusal güvenliğe, fark etmez.
Daha önce de söylemiştim,
bu hikaye her yönüyle bir kadın hikayesi. Bu zamana kadar hep kadının ezilen,
kullanılan taraf oluşundan bahsetsek de aslında kadının sistemin işleyişinde de
önemli bir görünürlüğü var. June’un sorgu sahnesinde bunu bir kez daha
görüyoruz. Bu zamana kadar hep ahlaktan, kadın olarak görevleri yerine
getirdiklerinde nasıl kutsal bir amaca hizmet ettiklerinden bahsederken izledik
Aunt Lydia’yı. İsyankarlara da gerektiği yerde cezasını veriyordu elbette. Bu
sefer ise elinde elektrik şokuyla, işkence etmekten asla çekinmiyordu. Onu
durdurabilecek tek şey ise kadının sahip olduğu kutsal meyve idi.
Aslında bu şiddetin
buralara geleceği geçmişte çoktan belliymiş. Dizinin geçmişe gidilen sahneleri
o kadar etkileyici ki, insan bir anda o anın içinde buluyor kendini.
Protestolara karşı sivil halka pervasızca ateş açan bir silahlı güç var. Sükûnet
sağlanıp halk sindirildiğinde ise bu şiddet elbette daha da yükseliyor.
İnsanı insan yapan şey
özgür iradesiyken, bunun tamamen elinizden alındığı bir hayatta yaşamak aklın
sınırlarını zorluyor. Umut etmeye devam etmek ise git gide imkansızlaşıyor.