Anno 1790: Bir polisiye dizi üzerinden Aydınlanma Dönemi

Anno 1790: Bir polisiye dizi üzerinden Aydınlanma Dönemi
Nordik dizileri seviyorum. Yakından bilmediğim ama öğrenmekten keyif aldığım yaşam tarzlarının ipuçlarını vermeleri, alıştırıldığımız Amerikan klişelerinden uzak olmaları, kendilerini “mutlu son”a bağlı hissetmemeleri, ana ve yan karakterlerin fazlaca cilalanmış standart güzellik anlayışına uygun değil de sıradan görünümdeki oyunculardan seçilmeleri, karakterden ziyade konu üzerinden işlenmeleri gibi unsurlar, son yıllarda oldukça fazla Kuzey Avrupa dizisi ve filmi izlememe sebep oldu.

Açıkçası -yaşam tarzını hariç tutarsak- gündelik hayatın içinden olabilecek senaryolar ve yapımlarla izleyici olarak daha yakın duygusal bağ kurabildiğimi hissediyorum. Nadiren “süper kahraman”lara rastanıyor onlarda ve olayların etrafında geliştiği karakterlerin olumlu yönlerinin yanı sıra zaafları da ekrana cömertçe yansıyor. Eh, her birimizin de kendi hayatlarımızın süper kahramanları olduğunu düşünürsek, zaafları da dahil eden bir çerçevede ele alınmış gerçeğe yakın figürlerle özdeşleşmek emin olun hiç fena bir şey değil.

 Diziyi malum ortamlarda bulsanız da henüz Türkçe çevirisi yok.

Anno 1790'da bu kişisel “furya” içinde izlediğim dizilerden biriydi. Türkiye'de pek ses getimemiş olan (halen malum ortamlar için hazırlanmış Türkçe altyazısı yok) bu dizi BBC'de yayınlanmış, tesadüfen bir Nordik Diziler forumunda ulaştım varlığının bilgisine. Koku ile olan alakamı bilenler bilir; izlerken içinde ayna önünde parfüm şişesi göstermenin ötesinde bir takım kokusal öğelere rastlayınca ismini unuttuğum diziler arasından sıyrılıp hatırlanabilir hale getirdi kendini kolayca Anno 1790.
 
Zaman 1790 yılı, mekan ise İsveç'in Stockholm şehri. Bu cümleden de anlaşılacağı üzere Anno 1790, son yıllarda önce batıda ortaya çıkıp yaygınlaşan, sonraları bizde de örnekleri çokça görülmeye başlayan dönem dizilerinden. Batı'da gördüğümüz diğer örneklerden farkıysa bir kuzey ülkesini konu alması ve bizlerin de maalesef bu ülkelerin tarihlerine ilişkin bilgimizin çok zayıf olması. İtiraf edelim; Nordik tarih dendiğinde muhtemelen çoğumuzun aklına Vikinglerden ötesi pek gelmiyor.
 
Evet, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda gibi ülkelerin tarihteki yerlerinden bihaberiz. Hatta o kadar kuzeye çıkmadan Hollanda'da takılıp kalsak bile, 1600'lü yıllardan başlayarak bir asır boyunca neredeyse dünyanın en büyük ticaret imparatorluğu haline gelen bu yakın Avrupa ülkesi hakkındaki bilgimiz bile sadece Kraliçe'nin bisiklete binmesi, Amsterdam sokaklarında ot kokusunun duyulması, ilaveten de peynirler ve lalelerden oluşuyor. Oysa tarihte hiçbir olay tek başına gelişmiyor; kaçınılmaz bağlantıları ve etkileşimleriyle birlikte değerlendirilmeleri gerek.
 
Avrupa'nın kuzey ucundan kalkıp binlerce deniz mili uzaktaki Hint veya Çin ellerinde İsveç bayrağını dalgalandıran bir İsveç Doğu Hindistan Şirketi (Svenska Ostindiska Companiet/SOIC) var misal. 1731 yılında kurulan ve Saray tarafından ayrıcalıklarla donatılan bu şirket, İsveç'in uzakdoğu ile ticaret bağlantısını kuruyor ve çeşit çeşit çaylar, ipekler, taftalar, nadide porselenler gürül gürül akıyor Gothenborg limanına SOIC sayesinde. Hatta egzotik doğudan gelenlere ilgi o kadar yoğunlaşıyor ki, sadece emtea değil temsil ettiği diğer üst yapı unsurları da önem kazanıyor İsveç'te ve mevcut binaların içinde “a la Chinoise” döşenmiş salonların veya saray bahçelerine Çin işi pavyonların inşa ettirildiği görülüyor Kraliyet ailesi üyeleri tarafından.

 

Bu ticaretle birlikte Rusya ve müttefikleri Danimarka, Saksonya, Norveç'e karşı giriştiği 20 yıl süren Büyük Kuzey Savaşı'ndan (1700-1721) maddi olarak yıpranmış çıkan İsveç ekonomisinin belini doğrulttuğunu, tüccarların ve alınan vergilerle beraber sarayın da hızla ve oldukça zenginleştiğini söylemek mümkün. Eh, bit biraz kanlanınca da yeni savaşlara gerekçe aranıyor elbette. Hem iç huzuru sağlamak için bir bahane, hem de Rusya'nın müttefiki Danimarka'nın kontrolündeki Norveç'i almak için bir fırsat arayan Karl Gustav III, 1787-1792Osmanlı-Rus Savaşı'nı fırsat bilip kuruyor bir tezgah.
 
“Adam koca kral, saldırmak istiyorsa saldırır. Tezgaha ne gerek?” diye düşünmeyin; İsveç anayasasına göre kralın öyle yekten saldırmasına izin yok; ancak bir saldırı ile karşılaşırsa savunma amaçlı sefer ilan edebiliyor. Eh, hal böyle olunca da Puumela'da Rus üniforması giymiş İsveç'lilerin, İsveç sınır birliklerine saldırarak sebep olduğu bir çatışma ile yasal gerekçe sağlanıyor ve Gustav bey iç huzuru ile kan akıtmaya koşabiliyor. (Ne çok örnek var değil mi tarihte buna benzer provokasyonlara? İkinci Dünya Savaşı'nın veya Vietnam Savaşının nasıl başladığını bilmeyeniniz yoktur diye ettim bu son kelamı).
 
Anno 1790, işte bu savaşın son bulduğu anda başlıyor. Yeni sonlanmış bir savaşta evlatlarını ölüme göndermiş bir halkın huzursuzluğunun zirvede olduğu dönemler yani. Durun, bitmedi. Bir başka önemli etken daha var o yıllarda İsveç sosyal hayatını şekillendiren. Bir hatırlayalım; hangi yıldaydık? 1790. Fransız Devrimi ne zaman olmuştu? 1789! Çaktınız köfteyi; Fransa'dan esen eşitlik ve özgürlük rüzgarlarıyla mevcut egemenlik ilişkilerinin sorgulanmaya başlaması, ciddi bir rejim tehlikesi olarak baş gösteriyor. Bir yanda kral ve yandaşı egemenler, diğer yandaysa özellikle ordu ve aydın çevrelerde gelişmeye başlayan devrimci fikirler, zaman zaman cadı avına dönüşecek şekilde kaosa yol açıyor toplumda. Anno 1790 da bu kaos içinde yer alan tarafların mücadelesini kendisine ana çerçeve olarak belirlemiş.

 

Ana karakter olan Gustav Daadh (Peter Eggers), tıp eğitimi almış genç bir subay. Ne var ki savaşın sonlanması ile beraber kendisine yapılan  teklifi reddedemeyerek anatomi eğitimini yarıda bırakmak bahasına polis müfettişi olmaya karar veriyor.
 
Bu yeni görevindeyse almış olduğu tıp eğitimi ve yeni fikirlere açıklığıyla o zamana kadar kabul edilmiş soruşturma tekniklerinin dışında hareket ediyor. Misal, anatomi bilgisinin vermiş olduğu avantajla her bölümde karşımıza çıkan farklı cinayetlerde yabancı bir teknik olan otopsi uygulamasını yapabiliyor. Bu durum haliyle yerleşik polis teşkilatının “itirafa dayalı sonuca gitme teknikleri” ile çelişkiye giriyor. Zaten bu nedenle onu sık sık kendi teşkilatı içindeki figürlerle tartışma içinde, hatta saraya ve yerleşik düzene bağlılığı sorgulanırken görüyoruz. Bu olgu üzerinden de senaryo, dönem itibariyle Avrupa'da gelişmekte olan aydınlanmacı fikirlerle halen mevcut yaklaşımlar arasındaki tartışmanın bir platformu haline geliveriyor.
 
Gelenekseli, dolayısıyla yasaklıyı sorgulatmak söz konusu olur da yasak aşk işin içine girmez mi? O da oluyor elbette ve daha ilk bölümden itibaren amiri konumundaki Polis Müdürü Frederick Wahlstedt'ın güzel eşi Magdalena (Linda Zilliacus) ile birbirlerine karşı “boş” olmadıklarını hissediyoruz Daadh'ın. Magdalena, sadece bir yasak aşk nesnesi olarak değil, aynı zamanda evliliğiyle beraber bekarlık mesleğini artık icra edememesi (hemşirelik), tek sorumluluğunun sisteme uygun çocuklar yetiştirmekle kısıtlı kalması gibi nedenlerle “kadın”ın dönem İsveç'indeki konumunun sorgulanmasının da vesilesi oluyor.
 
Daadh'ın temsil ettiklerinin karşısına konumlanmış iki farklı uç var. Biri bağlı olduğu Stockholm Polis Müdürü Frederick Wahstedt (Johan Kjellgren) ve onun acımasız personeli hapishane müdürü işkenceci Olof Nordin'in (Richard Turpin) temsil ettiği kraliyet, dolayısıyla statüko yanlıları; diğeriyse onu yumuşak ve naif bularak sisteme karşı gerçek muhalefetin sadece şiddet ve silahlı eylemle gerçekleşebileceğine inanan devrimci muhalifler.
 
Polisiye dizilerden aşina olduğumuz yancı karakter durumu Anno 1790'da da mevcut. Daadh'ın aksine dinsel inançları oldukça güçlü olan ve alkol kullanımı dışında pek bir moral zaafını göremediğimiz genç öğretmen Simon Freund (Joel Spira) da (karakterin ismi size bir şey çağrıştırıyor mu?) hem yardımcısı, hem de zaman zaman neredeyse iç sesi olarak devreye giriyor ve Daadh'ın kendini sorgulamasına araç olarak kullanılıyor.
 
Nordik dizilerin şaha kalktığı bir dönemde, üstüne bütün bu anlattığım kompleks yapıları da işlemeyi hedefleyen bir dizi olarak Anno 1790'ın yapımcılarının ellerine, tanıtımlarından anladığım kadarıyla dolgun bir bütçe verilmiş. Ancak müsaadeniz olursa bu bütçenin biraz hovardaca harcanarak izleyiciye el değiştiren banknotlara eş bir zenginlik olarak yansımadığını belirtmem gerek. Açık söyleyeyim, özellikle mekan ve kostümlerde bu durum beni fazlasıyla rahatsız etti. Bir Hollywood yapımı gibi görsel zenginlikler ve ihtişamlı tarihi setler içinde boğulalım demiyorum elbette, ama en azından bazı bölümlerde arka planın bir önceki bölümden kes-yapıştır ile alınarak kullanılmasını görmeseydik memnun olurdum.
 
Oyunculuklara söylenecek fazla bir şey yok; o coğrafyanın bu konudaki yeteneği malum. Ancak iddialı ismine rağmen Simon Freund karakterinin hem senaryodaki yeri, hem de performans olarak beni çok tatmin etmediğini söylemeliyim. Onun göründüğü birden fazla sahnede “tabancayı başta gördük ama o silah neden patlamadı bölümün sonunda?” diye özetleyebileceğim duyguyu yaşadım. Belki de işin tekniğine yabancılığımdandır ama eğer bir katkısı yoksa neden mimiğe yakın plan çekim yapıldığını kendime izah edemedim. Yakın plan çekimi bırakın, adamın neden aralarda o  dramatik bakışları attığını hala düşünüyorum. Hatta daha da ileri gidiyorum; bu karakter dizide olmasaydı dizi ne kaybederdi?
 
Olumsuzlukla başladık, farkındayım. Ama devam edelim ki bir an önce bunlar bitsin, sıra iyiye de gelsin. Cinayetlerin çözülmesinde sanki bazen fazlaca kolaya kaçılmış. Bizim izleyici olarak izleyerek öğrendiğimiz, ancak muhterem müfettiş beyin izlemediği için haliyle bilemeyeceği olaylardan çıkarılan fikirlerle cinayetlerin çözülmesi, belki de dizi için dönemi yansıtmış olmanın sağladığı kredinin ödenmemesi gereken yüksek faizleri olarak karşımıza çıkıyor.
 
Bir dizi olması sebebiyle kendi oluşturduğu klişeler de mevcut kaçınılmaz olarak. Her bölümde ayrı bir cinayet var ve ilk katil zanlısı bölüm sonunda hep masum çıkıyor. Neden? Çünkü ilk sonuçlar hep klasik yöntemlere alışmış, o an görünenle yetinerek aynı konu üzerine bir daha düşünmeye niyet etmeyen veya işkenceyle alınan itirafı yeterli gören gelenekçi ekip tarafından alınıyor. Demiştim; dizi geleneksel ile yenilikçi olanın çatışmasının sorgulanma platformu olarak kurgulanmış tamamıyla.
 
Bütün bunlar olumsuzluklarsa, 10 bölümlük bir diziyi, hele ki bu dizi bolluğunda seyretmenin sebebi ne olabilir? Tabi ki bazı ilginç ayrıntılara gösterilmiş olan özen ve drama formunda bize aktarılan keyifli ve şaşırtıcı bilgiler. Öncelikle 1800 yıllarında İsveç'in başkentinin ne halde olduğunu merak edenleriniz olabilir. Emin olun resmedilen, neredeyse birebir tarihi gerçekliğin bir yansıması. Sadece görsellik değil, yansıtılan ilişkiler ve iktidar odaklarının muhtelif günlük olaylara yaklaşımları bile “yahu İsveç'te de bunu yapmış olamazlar!” dedirtiyor insana. 
 
Hepsi bir yana, Magdalena karakterinin kendiyle hesaplaşmaları, eşiyle ilişkileri ve Daadh'la yaşadıklarının yansıtılabilmesi bile başlıbaşına bir keyif kaynağı diyebilirim. 
 
Son söz: Özellikle Fransız Devrimi'nin temsil ettiği fikirlerin diğer ülkelere nasıl yayıldığını gözlemlemek ve Aydınlanma Dönemi'nin bir de İsveçli gözünden aktarılmasına tanıklık etmek isteyenlerin, çekinmeden mısırlarını patlatıp bütün bu temaları bir polisiye kurgusu içinde bölüm ardına bölüm izleyerek görebilecekleri bir dizi Anno 1790.
 
Durun, daha bitmedi. Müsaadenizle şimdi gelin, işleri biraz karıştıralım. Dizinin ikinci bölümünün ismi “Parfümlü Tabanca” (Den Parfymerade Pistolen) demiştim, benim kokuya ilgimi bilenleriniz bilir. Bu bölümü, içinde herhangi bir kokusal öge barındırdığının farkına varmadan ve isimdeki “parfüm” kelimesinin sadece bir albeni oluşturmak amacıyla, yani bir nevi susitimal edilerek kullanıldığını düşünerek başladım ben izlemeye. Gelin görün ki daha jeneriğe bile gelemeden ilginçlikler boy göstermeye başladı ekranda.
 
Ne var ki bunları bu metin gövdesinde anlatmam, henüz diziyi izlememiş olanlarınız için çok da keyifli bir durum yaratmayabilir. O zaman dilerseniz şöyle yapalım: Siz eğer diziyi izlemeye karar verdiyseniz başlayın; ikinci bölümü bitirdiğinizdeyse gelip buraya gelip, ikinci sayfayı tıklayın. 
 

 
 
 
 
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER