"Fandom"un cebinde akrep mi var?

Elçin Sangu Twitter hesabının Nagehan Alçı hakkında yazdığı cümleye şaşırarak sayfasını inceledim. Her nedense mavi tik taşımayan bu hesabı takip edenlerden resmi olduğu kanısına vardım. Bu yüzden, asıl konuya girmeden kendisini açık sözlülüğü konusunda tebrik etmiş olayım.

Sonrasında, BluTV’de yayınlanacak olan Yaşamayanlar hakkında attığı tweetlere verilmiş cevaplara baktım. Tüm hayranları ortak bir kanıda buluşmuşlardı: Paralıysa izlemem!

“Fandom” denilen konu, malumunuz, biraz göz korkutucu. Özellikle gençlerimiz, -ben artık çok yaşlıyım ya hani- televizyonda izledikleri dizilere aklımın almadığı derecede bağlı ve bağımlılar. Çiftlere isim takmak gibi basit hamleler, senaristleri ve oyuncuları sosyal medyada darlamaya, kampanyalar düzenlemeye, boykot çağrıları yapmaya ve hatta gözlerin kan bürünmesine kadar gidiyor maşallah. Bugün “star” olarak andığımız tüm genç isimlerin arkasında böyle bir ordu var ve sahiden de iyi çalışıyorlar, zaman zaman iyi şeyler de yapıyorlar üstelik.

Ancak artık kesin bir şekilde görebildiğim bir durum var: bu fandomlar para harca(ya)mıyorlar. Televizyon ve sinema sektörünün günün sonunda para kazanmak üzerine inşa edildiği düşünüldüğünde bu büyük bir sorun. Sektöre baktığımda bu konuda bir farkındalık olduğunu hissettiğim yerler gözüküyor, ancak hala büyük oranda göz ardı edilen bir gerçekle karşı karşıyayız. Açıklayayım.

Amerika’da bir dizi Kiralık Aşk gibi büyük bir fırtına yakalasa tonlarca merchandise ürünü (kupalar, kıyafetler, defter kalemler… aklınıza ne gelirse) piyasaya çıkar, 10 dolara oyuncularla fotoğraf çektireceğiniz ve zaten para vererek içeri gireceğiniz konferanslar düzenlenir… Her şey size izlediğiniz ürün üzerinden bir şeyler satmaya odaklıdır kısacası. Bizde hala böyle bir alan açılmış değil. Kült olmuş dizilerimizi DVD olarak dahi çıkaramıyoruz, ki bu dizi süreleri uzun metraj filmleri geçmeden önce de böyleydi. Çemberimde Gül Oya, Bir İstanbul Masalı, Aşk-I Memnu (“meşhur öpüşme sahnesi bu DVD’de” etiketiyle raflara çıkmıştı) gibi diziler denedi, ancak olmadı ki devamı gelmedi. Kanal D, büyük bir hayran kitlesine sahip Ulan İstanbul’un yeni bölümlerini 1 TL’den seyircisine satmayı denedi, olmadı. Kısmetse Olur yaptığımız zamanlarda sosyal medya sıralamalarında daima üst sıralardayken, yarışmacılara zengin hayranlarından hediyeler yağarken, tüm Türkiye Didem ve Adnan’ı konuşurken bu durum Müge Anlı’yı geçmemize yaramıyordu. Ya da yine Kiralık Aşk’tan gidelim, Twitter’da fırtınalar eserken ve herkes final bölümüne kadar delice Ömer’le Defne’yi konuşurken birincilikler neredeydi, para harcayacak seyirci neden bu fenomen dizinin arkasında değildi? Üstelik bu başarısızlıklar içeriğin niteliğinden de kaynaklanmıyor, onların sevildiğine ve bir kitlesi olduğuna hemfikiriz. Ancak iş kitlesi olan projeden ayrıca para kazanmaya geldiğinde çuvallıyoruz.

Sinemaya bakarsak da durum çok farklı değil. Tek fark, sinemada içeriğin niteliğinin biraz daha önemli olması. Yakın zamanlı bir örneğe bakalım: Can Feda. Afişinde boylu poslu Burak Özçivit ve Kerem Bürsin’in olduğu bir filmin 300.000’i dahi geçememesi hayran kitlelerinin filme ortalama 15 TL harcayıp gidecek kadar sadık olmadığını gösteriyor. Ülkenin en çok hayran kitlesine sahip çiftini dizi finalinden 10 ay sonra beyazperdede bir araya geldi. Mutluluk Zamanı 600.000 seyirci göremedi. Başka bir film olsa fena gişe değil der, geçeriz. Ancak Barış Arduç ve Elçin Sangu’nun afişinde sarılıp seyircisine gülümsediği filmin performansı bu olmamalıydı, açık ve net.

Sadece ücretli dijital televizyonculuk ve sinema üzerinden örnekler veriyorum, zira derdim hayranların para harcamaması üzerine. Yoksa ilk sezonunda sekiz milyon tekil kullanıcı ve 50 milyon seyirciye ulaşabilmiş Fi’nin bu başarısı (keşke rakamları daha detaylı analiz edebilsek, sezon grafiğini inceleyip seyircinin ne kadarının sadece ilk bölüme bakıp kaçtığını anlayabilsek) ne kadar yıldız oyuncularına, ne kadar işin farklılığına atfedilebilir, elimdeki verilerle çözemiyorum. Ulusal kanallarda olduğu gibi seyircisine ücretsiz içerik sunan Puhu TV’nin sektör kurallarına uygun “tanınmış isimle gözleri üzerine çekme” yöntemini kullanması öyle ya da böyle ilk adımda işe yarar; çünkü tüketicinden adres çubuğuna birkaç karakter yazmaktan başka bir talebi yok. Kumandada bir tuşa basmak gibi… Dip ve Şahsiyet’in Fi kadar ses getirmediği ortada.

Rakamlarının da çok parlak olmadığını tahmin ediyorum. Diğer örnek verdiğim isimler kadar olmasa da İlker Kaleli ve Neslihan Atagül de ses getirmesi gereken bir ikili. Yıldız sisteminin çöküşüyle ilgili başta Ranini olmak üzere pek çok doğru söz söyleniyor, benim ekleyeceğim bir şey yok ama bu yazı bağlamında bedava verilen içeriklerde dahi sıfırdan bir şey yaratılıyorsa hikayenin yıldızdan önce gelmesi gerektiği apaçık ortada. Ulusal kanallar bu sezon bu dersi çok iyi aldılar. Puhu yoluna devam edebilir ve yabancı muadili Hulu gibi “reklamsız ama aylık üyelik ücretli” seçeneği de eklerse seyircinin reddedişiyle karşılaşabilir. Ki şu anda hala farklılığa aç seyircinin dijital projelere koskocaman pembe gözlüklerle baktığı ve pek çok açığı görmezden geldiği bir dönemdeyken bu sorunları yaşıyorsak; dijital televizyonculuk sıradanlaştığında bu gidişle para kazanılması iyice zorlaşacaktır. 

Bu yüzden, iş modelimiz yıldız oyuncuya para sayıp bel bağlamak olduğu sürece (Yaşamayanlar’da bu durumu seziyorum, bakalım…) başarısızlığa mahkumuz. Seyirciyi para harcamaya şartlamamız onlara sevdikleri insanları bir meblağ karşılığında izletmemizden geçmiyor. Bunu reddettikleri çok açık. Onları abone olmaya ya da bilet satın almaya itecek içerik ürettikten sonra kimin oynadığının (Ayla!) hiçbir önemi yok. O yüzden benim sorum “fandom neden tuttuğu kişiye para vermiyor?” değil; “neden fandom’u olan kişilere hala bu kadar para yatırıyoruz?” İşlemeyen bir sistemin çalışmasını sağlamaya harcanan eforu yeni ve daha kuvvetli bir sistem kurmaya harcamak daha mantıklı değil mi?




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER